Ne okula ne hastaneye gidebildi! Edanın zorlu yaşam öyküsü...

Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Çocukluğu Van’ın küçük bir köyünde geçen Eda Bartu, daha ilkokul çağında ailesine destek olmak için elinden geleni yaptı. Arkadaşlarının oyun oynadığı saatlerde o kardeşlerine bakıp, evin işini çekip çeviriyordu. Babasının düzenli bir işi hiç olmadı, farklı işlerde çalışarak ailesini geçindirmeye çalıştı. Annesi ise çok genç yaşta, 15’inde Eda’yı dünyaya getirmişti. "Hep ev hanımı oldu, bütün hayatını bize adadı diyebilirim"diyen Eda, “Annemin yükü hiçbir zaman hafif olmadı, hem çok küçük yaşta anne olması hem de üst üste yaşadığı kayıplar, özel çocukların sorumluluğu onu derinden yordu. Çocukken ona kızardım ama büyüdükçe ve empati kurdukça aslında en çok onun acısını hissettim. Ailenin en büyük çocuğu olarak dünyaya gelmiştim. Benden sonra üç erkek ve iki kız kardeşim oldu. İki kız kardeşim de özel bireylerdi. Birini henüz üç yaşındayken kaybettik, diğer kardeşim ise bugün hâlâ yaşıyor. Bu zor süreçlerde bana en büyük destek, hem maddi hem de manevi olarak üç erkek kardeşimden geldi” dedi.

'SADECE BİR KART DEĞİL, YENİDEN DOĞUŞ BELGESİYDİ'
Eda’nın hayat hikâyesi daha dünyaya gelmeden başlamış zorluklarla doluydu. Annesi 13 yaşındayken evlendirilmiş, 15 yaşında ise Eda’yı dünyaya getirmişti. Yaşı küçük olduğundan resmi nikah kıyılamamış, daha sonra nikah imkânı doğduğunda ise çocuk yaşta evlilik ve geç kayıt nedeniyle doğabilecek cezalar nedeniyle kimlik işlemleri sürekli ertelenmişti.
Eda, okul çağına geldiğinde kimlik sorunu yeniden gündeme gelse de annesinin art arda dünyaya getirdiği çocuklar nedeniyle bu mesele hep arka planda kaldı. Üç erkek kardeşin ardından bir kız kardeşi daha olmuştu. Ancak bu bebek 'özel'di. O dönem henüz 8 yaşında olan Eda, annesi doğum sonrası hastalanıp defalarca hastaneye yatmak zorunda kalınca evin tüm yükünü üstlenmişti. Çocuk yaşta sabahlara kadar beşik sallamış, kardeş büyütmüş, kendi çocukluğunu yaşayacağı yıllar başkalarının çocukluğuna karışmıştı.
KİMLİĞİ OLMADIĞI İÇİN HASTANEYE GİDEMEDİ
Eda’nın hayatı kısa süre sonra bir başka sınavla karşılaştı. Kendisi de hastalandı. “Brusella oldum. Bugün kolay teşhis edilen bu hastalık o yıllarda hem tanı hem tedavi açısından çok zordu” diyen Eda, kimliği olmadığı için hastanelerde resmi tedavi göremediğini anlattı. Kas ağrılarının şiddetinden çoğu zaman lavaboya dahi gidemediğini, yatakta sağa sola dönemediğini söyleyen Eda, en sonunda başkalarının kimliğiyle hastaneye gitmek ve özel kliniklerde kimliksiz muayene olmak zorunda kaldı. Uzun ve zorlu bir tedavi süreci yaşadı. Tam sağlığına kavuşmaya çalışırken annesi yeniden hamile kaldı. Dünyaya gelen kardeşi de özel bir çocuktu. Eda, "Yürüyemiyor, konuşamıyordu. Ben kendi hastalığımla mücadele ederken bir yandan da ona bakmak zorundaydım" sözleriyle çocukluk yıllarını şöyle anlattı:

'8 YAŞIMDA ÇOCUKLUĞUM TAMAMEN SONA ERDİ'
"Çocukluğumun ilk 6-7 yılı, bana sıcak ve güvenli anılar bıraktı. Babam her zaman ilgisini ve sevgisini gösterirdi, onun yanında kendimi değerli ve korunmuş hissederdim"diyen Eda, “7 yaşıma geldiğimde, o parlak günler yerini daha zor zamanlara bıraktı. Annem bir çocuk gelindi; 13 yaşında evlenip, 15 yaşında beni doğuran annemi pek anne olarak göremedim. Hatta annemle bir çikolata yüzünden kavga ettiğimiz anlarımız bile vardır. Babamın sevgisi biraz daha görünürdü, o da yalnızca onunla bir nefes gibi gelirdi. 8 yaşında ise çocukluğum tamamen sona erdi. Evcilik oyunlarından nefret ediyordum çünkü evde zaten tüm işleri yapıyordum. Evimizde çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, elektrik süpürgesi bile yoktu. Tüm işler, küçük bedenime ve omuzlarıma yüklenmişti. Bu yük, benim çocukluğumu çalmıştı. Köydeki evlerde su bulunmuyordu, günlük kullandığımız suyu köy meydanındaki çeşmeden taşırdık. Arkadaşlarımı görebilmek için su kabı boşaldığında hemen koşardım çeşmeye. Oyun oynamak isterdim ama sırtımdaki özel kardeşimden dolayı çocukların yanına gitsem bile oyunlara katılamıyor, sadece izliyordum. Kendimi hiçbir zaman küçük bir kız çocuğu gibi hissetmedim” bilgisini paylaştı.
"Köy okulunda iki öğretmen vardı, okula gitmem için evimize geldiklerinde bana bir kutu kuru boya getirmişlerdi. O, aldığım ilk hediyeydi ve beni tarifsiz şekilde mutlu etmişti"diyen Eda, “Öğretmenler kalkerken, ‘Kızımın kimliğini çıkardığımda okula kaydını yapacağım’ demişti. O yaşta kimliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyordum, babam ilçe merkezine gittiğinde ‘Size ne getireyim?’ diye sorardı, ben de ‘kimlik’ derdim. O zamanlar, kimliğin çarşıdan alınan bir şey olduğunu düşünürdüm” ifadelerine yer verdi.
'OYUNCAKLARI YA DA ELBİSELERİYLE BANA HAVA ATARLARDI'
Kimliksiz yaşamanın kendisine çok şey kaybettirdiğine değinen Eda, “Okula gidememek, sadece dersleri değil, arkadaşlıkları, oyunları ve çocuk olmanın verdiği özgürlüğü de elimden aldı. Vygotsky’nin sosyal gelişim kuramı, çocukların başkalarıyla etkileşim içinde öğrenip geliştiğini söyler. Ben yaşıtlarımla birlikte olamadığım için, öğrenebileceğim birçok sosyal ve bilişsel deneyimi kaçırdım. Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre ise, 6-12 yaş arası çocuklar çalışkanlık duygusunu kazanmalı. Ben ise okul ve oyun fırsatlarından yoksun kaldığım için, bu evrede başarı ve yeterlilik duygusunu yaşama şansımı kaybettim. Annemin sevgisini yeterince gösterememesi ve erken yaşta evin sorumluluklarını üstlenmek, benim güven duygumu zayıflattı ve sosyal ilişkilerde çekingenlik, kaygı ve özgüven eksikliği olarak geri döndü. O yıllar, bana zorunlu olarak sorumluluk ve dayanıklılık kazandırsa da kaybettiklerimin ağırlığını hâlâ hissediyorum” diyerek şunları söyledi:
“Arkadaşlarım bazen ‘Neden senin kimliğin yok?’ gibi sorular sorardı ya da sahip oldukları oyuncaklarla, elbiselerle bana hava atarlardı. O zamanlar eksik hissettiğim için bazen üzülürdüm ama kendime ait küçük bir güç alanım vardı. Köyde tek traktör vardı ve o da bizimdi. Babam beni traktörde kucağına alır, kullanmayı öğretmeye çalışırdı. Arkadaşlarım kimlikten bahsedip bana hava atarken, ben de onlara ‘Sizde traktör yok’ derdim. O anlarda hem eksiklik hem de küçük bir gurur duygusu hissediyordum. Bu küçük denge, hem duygusal olarak kendimi korumamı sağlıyor hem de sosyal farklılıklar karşısında bir nebze dayanabilmeme yardımcı oluyordu.”

‘DESTEKLEYENLERDEN ÇOK KÖSTEK OLANLAR VARDI’
"Kimliğimin çıkmasıyla hayatımda çok büyük bir değişiklik oldu"diyen Eda, “O kimlikle artık açık öğretimden devam edebilecek, okuyabilecek, meslek sahibi olabilecek ve kendi hayatını şekillendirebilecek özgür bir birey olma ihtimalim vardı. Ayrıca artık vardım, hastaneye giderken kimliğim vardı, resmi işlerde sorun yaşamıyordum. O an, çocuk Eda için hayal edilemez bir fırsat, öğretmen Eda için ise kaybedilen çocukluğun telafisi için bir başlangıç gibi görünüyordu. Hayat bazen hayal kurmamı engelledi ama bana umut etmeyi, sabırlı olmayı, hedefler koymayı ve hayal kırıklıklarıyla baş etmeyi öğretti. Bu süreç bana bir şey daha öğretti. Zorluklar, sadece kaybettiklerimizi değil, aynı zamanda kazanabileceğimiz gücü, sabrı, çözüm üretme yeteneğini ve umudu da gösterdi. Ve hayat ne kadar zor olursa olsun, kendi yolumu çizebileceğimi fark ettim” diye konuştu.
"17 yaşında okuma – yazma kursuna başladığım yıllarda desteğini hissettirenler çok azdı, köstek olanlarsa bir hayli fazlaydı"diyen Eda, “Elimde ikinci kademe kitabını gören bazı akrabalarım arkamdan alay edercesine, ‘Bu kız doktor olacakmış, üniversiteye gidecekmiş’ gibi küçümseyici sözler söylüyorlardı. Ben başarı gösterdiğimde ya da çocuklarından daha ileriye gittiğimde, beni kutlamak yerine çocuklarını benimle kıyaslıyorlardı. Olumsuz tepkiler özellikle tökezlediğim zamanlarda daha çok artıyordu. Bazen bunu kendi ailemden bile duyuyordum. Buna karşılık 'Yapabilirsin, biz sana inanıyoruz' diyenlerin sayısı çok azdı. Ancak işte o az sayıdaki destek, en büyük dayanağım oldu. Tüm kursları tamamladığımda artık ilkokul mezunuydum. Bu diploma, benim için yalnızca bir kâğıt parçası değildi, yıllardır özlemini duyduğum hayallerime açılan bir kapıydı” dedi.

‘EN BÜYÜK HAYALİM KARDEŞİME KÜÇÜK BİR HAVUZ YAPTIRMAK’
Şimdilerde üniversiteye devam ettiğini, derslerinin yanında stajlarının da olduğunu söyleyen Eda, “Okulum tam burslu olmadığı için belli bir miktar ödeme yapmam gerekiyor. Bu yüzden çalışıyorum, kimi zaman gölge öğretmenlik yapıyo, kimi zaman özel ders veriyorum. Yaz tatillerinde memleketime dönüp ailemle vakit geçiriyorum. Şu sıralar en büyük endişem ise kız kardeşim. Sağlık sorunları var ve ameliyat olması gerekiyor. Benim mücadelem sadece kendim için değil, kız kardeşim için de. Ona daha iyi bakabilmek, hayatını biraz daha kolaylaştırabilmek için çabalıyorum. Hatta bu yüzden, ön lisans düzeyinde engelli bakımı ve rehabilitasyon bölümünü okudum. En büyük hayallerimden biri, ekonomik bağımsızlığımı kazandığımda ona küçük bir havuz yaptırmak. Çünkü su, onun yaşamında bambaşka bir anlam taşıyor. Suya girdiğinde, kendi bedeninin yükünü taşımak zorunda kalmıyor, özgürleşiyor, rahatlıyor. Kendi ayaklarımın üzerinde durduğum gün, ilk yapacağım şey kardeşime o mutluluğu yaşatmak olacak” ifadelerine yer verdi.
Hayatta başarının hiçbir zaman garantiyle gelmediğine dikkat çeken Eda, “Bazı insanlar vardır, bir yola çıkmadan önce sonunu görmek isterler. Önünü göremedikleri, nereye varacaklarını bilemedikleri bir yola girmekten çekinirler. Oysa hayat, böyle düşünenlere hiçbir zaman tüm kartlarını açmaz. Yolun nereye varacağını bilmeden yürümek gerekir bazen. Karanlığa adım atmak, belirsizliğe rağmen ilerlemek, risk almak. İşte benim hayatım tam da böyle başladı. Yolun sonunu bilmek zorunda değilsiniz. Her adımda yol biraz daha açılır, her engelde siz biraz daha güçlenirsiniz” dedi. 13 yaşında hayata başlayan ve şimdi yeni doğumlara şahitlik edecek olan Eda, sözlerini şöyle noktaladı:
Sende Yorum yap